24 Kasım 2025

“Ölü Mevsim” Müfit Mert Balak yazdı

Ölü Mevsim- Topluma Rağmen “Ötekilerin” bu coğrafyada “kendine ait bir odaları” olabilir mi?

Filmin Konusu: Nimet, İstanbul’un varoş semtlerinden birinde bir gecekonduda kocasıyla ve kendisinden yaşça küçük bekar kız kardeşi Öznur’la yaşamaktadır. Nimet, uzun yıllardır evli olduğu eşiyle bir bebek sahibi olmayı çok istese de yaşı ve genetik faktörler buna izin vermemektedir. Kız kardeşi Öznur’un da boğuştuğu pek çok mesele vardır. Herşeye rağmen bu kız kardeşlerin birbirlerine yoldaş- destek olmaları mümkün olabilecek midir? Acaba tam anlamıyla kendini var edememiş biri, bir başkasına güç olabilir mi?

Filmle İlgili Bilinmesi Gerekenler: Film daha önce kısa filmler ve belgesel film çekmiş olan genç yönetmen Doğuş Algün’ün ilk uzun metraj sinema filmi.

Birçok festivalden çok sayıda ödül alan filmin casting’i Harika Uygur’un ajansı tarafından sağlanmış.

Filmin senaryosunu yönetmen Doğuş Algün, Selen Örcan ile birlikte yazmış.

Film Eleştirisi: Yönetmenin filmi işleyiş şekli ve film hikayesinin çok sayıda karakter içeriyor olması; filmi yapısal olarak diğer filmlerden farklı kılmış.

Film başlarında, seyircinin diğer film anlatılarından alışkın olmadığı, klasik anlatı kalıplarının dışında, belli ki yönetmen Doğuş Algün tarafından özellikle tercih edilmiş, seyirci açısından: karakterleri ve hikayeyi anlamayı zorlaştıran, dağınık ve açıklayıcı olmaktan uzak bir işleyiş hakim. Bu belirsizlik, filmin ilerleyen safhalarında çözümleniyor.

Film casting’i yani oyuncu kadrosu çok başarılı şekilde oluşturulmuş. Oyunculuklar çok iyi, gerçekçi ve güçlü.

Senaryodaki “çok karaktere yer veren yapı” pek alışılmadık gelse de (Bu noktada bu bilgiyi vermek istiyorum; sinemamızda, çok karaktere yer veren hikayenin en başarılı en önemli örneği şüphesiz yönetmen Şerif Gören tarafından çekilen senaryosu Yılmaz Güney’e ait Yol filmidir. Ancak bu filmdeki çok karakterli yapı da istisnadır. Yönetmen ve birlikte senaryoyu yazan Selen Örcan tarafından özellikle tercih edilmiş. Yönetmen Doğuş Algün, röportajlarında; film anlatısında yer verdiği çok karakterli yapının, karakterlerin yaşadığı “toplumsal baskıyı” daha görünür kılmaya hizmet ettiğini belirtmiş. Bu noktada, filmin “ana kaygısının”, “karakterlerin yaşadığı toplumsal baskı meselesini göstermek olduğunu” tespit etmek gerekiyor.

Film öyküsü, toplumsal baskıyı üzerinde çok derin şekilde hisseden iki kız kardeşin yaşadıklarını odak noktasına alsa da, aslında Nimet ve Öznur’un Zülal isminde, bir kız kardeşleri daha var.

Öznur; ablası “Nimet’in evi”nde yaşamak durumunda olan, anne ve babası ölmüş, bir ayakkabıcıda çalışan bekar genç bir kadın.

Nimet’in kız kardeşi ve Öznur’un ablası Zülal karakteri, film hikayesinde, Nimet ve Öznur’a göre ekonomik anlamda rahat sayılabilecek bir yaşantı içerisinde yansıtılmış. Zülal maddi durumu iyi bir eşle evlilik yapmış, daha “nezih şartlarda” bir hayat sürüyor. Ablası Nimet ile küs oldukları ve Öznur ile Nimet’ten gizli görüştükleri anlaşılıyor.

Nimet ile Zülal’in ortak özellikleri dikkat çekici. Bunlar: ikisinin de işinin olmayışı (Nimet, başlangıçta bir restaurant mutfağında aşçı olarak çalışıyor olsa da filmin ilerleyen kısımlarında işsiz kalıyor.) ikisinin de geçimini eşlerinin sağlayışı, ikisinin de eşlerinin sağladığı barınma imkanından yararlanmak durumunda olmaları ve ikisinin de genetik anlamda “kısır” olmaları.

Kanaatimce, metaforik olarak, hikaye anlatısında yer verilen karakterlere ait bu ortak noktaların özellikle bu iki karakterin “kısır olmaları durumunun”, bu karakterlerin toplumsal baskılara ve toplumsal cinsiyet rollerine “boyun eğen” ve bu sayede “barınma” ve “geçinme” problemlerini “çözebilmiş olmalarından” kaynaklandığını tespit etmek mümkün. Metaforik değerlendirildiğinde aslında ikisinin de “kendilerine ait bir evi- odaları” bulunmuyor ve ikisi de bu şekilde düşünüldüğünde “evsiz”. Zira bu karakterler kısır olmayıp, çocuk yapabilselerdi dahi dünyaya gelen çocukları, “toplumsal baskılara’ kurallara ve toplumsal cinsiyet rollerine uygun hareket eden “sistemin metaforik anlamda öldürdüğü”, “kendilerine ait odaları” dahi bulunmayan” anneleri sebebiyle bir bakıma öksüz olacaklardı.

Bu noktada ben Öznur karakterini ayrı bir yerde konumlandırıyorum. Filmin ilerleyen kısımlarında iki “kadın doğum doktoru”nun ona ait yumurtlama raporunu, ablası Nimet’e değerlendirdiği sahnede onun “kısır olmadığı” açıklanıyor. Filmde kanaatimce Öznur, ablalarına göre daha bağımsız hareket edebilecek kişilikte, toplumsal baskılara karşı koymaya çalışacak özelliklerde bir karakter olarak yansıtılıyor. Zira yazımın bu noktasında biraz spoiler vermeden edemeyeceğim: onun kendi yaşantısı açısından tercihi mevcut koşullarını kabullenmeyip, geleceğini değiştirmeye yönelmek oluyor. Bu itibarla yeni zorlu tercihi sebebiyle belki onun ilerleyen yaşlarında “kendisine ait bir oda”sı olabilme ihtimali mevcut.

“Kendine ait bir oda” sahibi olma terimini yazımda, efsane yazar Virginia Woolf’un kitaplaştırılmış bu başlıklı konuşmasına referansla özellikle kullanmak istedim. Film bana Woolf’un bu konuşmasını hatırlattı.

Toplumsal baskıyı ve toplumsal cinsiyet sorunlarını bu denli etkili şekilde yansıtmış olan film anlatısı, bana feminist perpektiften ziyade, yoğun insancıl duyarlılığa yer veren bir bakış sundu.

Filmde yer alan mülteci Ali karakteri ve Nimet’in hamile kalabilmesi için Nimet’in “evi”ne kadın arkadaşı tarafından getirilen “hoca” (dini konularda bilgi sahibi olan kişi) karakterlerinin filme dinamik, özgün ve oldukça pozitif bir hava kattığına inanıyorum. Hoca karakterinin, büyü vs. bozmayı red edip, çocuk sahibi olamayan Nimet’e söylediği “Durumunu kabullen, belki böyle olması gerekiyordur.” cümleleri sinemamıza klişe hoca karakteri kalıplarının dışında özgün, düşündürücü ve söyledikleriyle tebessüme yol açan benzersiz bir hoca karakteri kazandırmış.

Benim için “mülteci karakter Ali”, filmin feminist perspektiften ziyade yoğun insancıl duyarlılıkla çekildiği düşünceme hizmet ediyor. Onun sayesinde filmde yer verilen tüm erkekler, “sistemin faili” ya da “sistemin bekçisi” olmaktan çıkabiliyor. Mülteci Ali ve bekar kadın Öznur yazımın başlığında kullandığım: ” “ötekilerin” bu coğrafyada “kendine ait bir odaları” olabilir mi?” sorusunu akla getiriyor.

Film hikayesinin ve mülteci Ali karakterinin bana, Woolf’un kullandığı “kendine ait bir oda” tamlamasının yanı sıra, Tenesse Williams’ın Arzu Tramvayı isimli eserini de hatırlattığını belirtmeden edemeyeceğim. Arzu Tramvayı isimli eserde, yoksul hale düşüp, kızkadeşi ve onun kocasının yaşadıkları eve yerleşmek durumunda kalan bir kadın karakter vardır ve yaşadıkları sonrasında kız kardeşinin kocası yüzünden, bir akıl hastanesine yatırılmak durumunda kalır. Bu karakter, eve gelen görevlilerce akıl hastanesine götürülmek istenirken, “Ben her zaman yabancıların nezaketine güvenmişimdir.” der. Mülteci Ali, bende “o yabancılardanmış” hissi yarattı. Ayrıca filmi izlerken, büyük keyif alarak, yerli edebiyatımızdan kadın yazar Firuzan öykülerinden birini okuyor gibi hissettiğimi paylaşmak istiyorum.

Filmi sinemamız açısından oldukça özgün ve çok değerli bulsam da “haddimi biraz da aşarak” film için seçilen ismi çok belirleyici ve karamsar bulduğumu belirtmek istiyorum. “Ölü Mevsim” ismi yerine daha nötr olan ya da belki daha umut barındıran bir ismin film açısından tercih edilmesi daha yerinde olabilirdi. Zira yönetmen, büyük bir titizlikle filminde “benzersiz- kendine özgü, yorumu seyirciye bırakan” bir anlatım dili oluşturmuş. Bazı sahnelere özellikle filminde yer vermekten kaçınmış ve bu noktalarda karakterlerin neler yaşamış olabileceklerini seyircinin hayal etmesine özellikle izin vermek istemiş. Ancak, filmin isminin bu denli belirleyici, karamsar şekilde seçilmiş olması ve Öznur’un koşullarını değiştirme noktasında ekranın karartılması film sonrasında karakterlerin yaşayacakları şeyler konusunda karamsar şekilde seyirciyi yönlendiriyor.

Müfit Mert Balak yazdı.

Vinkmag ad

Read Previous

‘Çekiç Ve Gül: Bir Behzat Ç. Hikayesi’ Üçüncü Sezon İlk Bölümüyle HBO Max’te Yayında

Read Next

Suç Draması ‘Task’ 8 Eylül’de HBO Max’te Yayında

Most Popular