“Henry Joseph Church olmak istediği her şey olabilirdi. Fakat o Aşçı olmayı seçti. Ona göre bu işin sırrı Jazz’dı…” Bizi hayatta başarılı kılan nedir? Bu çok genel bir soru oldu biraz daha özele indirgeyelim. Bir filmi başarılı kılan nedir? Mr. Church bu iki soruya da cevap veren bir film bana göre.
Şahsen bana soracak olursanız Dünya’nın gittikçe karmaşaya ve kaosa sürüklendiği, çoğu zaman en yakınlarımızın bile ne düşünüp ne yaptığını anlayamadığımız zamanlardayız. Sanki hayat büyük bir kumarhane ve biz içinde pokerface olmaya zorlanmış oyuncularız. Ben ise bu zamanda her zaman olabildiğim kadar basit olmaya ve olabildiğince basit şeyleri sevmeye zorladım kendimi. Nitekimdir ki düşük bütçeli ve ne kadar saçma olursa olsun kendini ciddiye alan B filmleri daima sevmişimdir ve bu durum bir çok efsane filmi hala izlemememe ya da çok geç izlememe sebep oldu. Bunlardan niye mi bahsediyorum? Mr. Church’ün en güzel yani hikayesinin basitliği, karakterlerin basitliği, hatta aralarındaki ilişkinin müthiş basitliği.
Spoiler duymak istemeyenlere söyleyebileceğim şeyler filmin ağır temposunun ve aşırı sade halinin sizi sıkabileceği. Fakat film tabii ki sıkıcı değil. Filmde hem sonsuz güvene dayalı bir dostluğun nasıl olması gerektiği; hem de bunun yanında yemek, Jazz, resim ve edebiyat gibi incelikleriyle daima ilginizi canlı tutuyor ve sizi boğmuyor. Tabii ki filmin kırılma noktaları ve gizemleri de bulunmuyor değil fakat siz filmi izlerken bu sıkıntılar sanki şampuan reklamlarındaki saçların arasındaki kalemin süzülmesi gibi çözülüp belkide aradığınız huzur ortamını size sunmayı başarıyor.
Biraz spoilerlara ve hikayenin derinlerine dalmak gerekirse, herhalde hayatınızın en zor zamanında kaybettiğiniz birinin size olan yardımından mutlu olursunuz. Mr. Church benim en sevdiğim insan türü olarak filme dalıyor. Güzel bir teklif sonucu, güzel bir iyilik yapacak hem de hayatının geri kalanını güzel geçirmesine yarayacak bir teklif sonucu hayatının en zorlu dönemine hazırlanan anne kızımızın hayatına giriyor. Fakat dediğim gibi bu Chruch o kadar güzel bir adam ki tüm bu teklifi geride bırakarak hayatının zorlu zamanlarına hazırlanan bu aileye karışan bir melek oluyor ve bu ona bırakmak zorunda kaldığı tekliften çok daha fazlası olan huzur ve sevgiyi getiriyor. Bu arada da yaşım da hala müsaitken kendimle özdeşleştirebileceğim genç kızımız büyüyor ve hayatın girdabına karışıyor. Fakat Chruch ona bu girdap içinde normalde asla sahip olamayacağı sığınağı en içten duygularla sağlıyor.
Henry Church aşçı olabilir, Henry Church müzisyen olabilir, Henry Church ressam olabilir, Henry Church hatta yazar ve dansçı da olabilir. Fakat o tüm bu potansiyeline rağmen asla sahip olmadığı ve olamayacağı ailenin sahibi olmayı seçiyor.
Bu herhalde yazdığım en kötü değerlendirme yazısıydı. filmin anlattığı şeyi size tekrar anlatmaktan başka hiç bir şey yapmadım. Dedim ya en güzel insanlar kalbe dokunanlardır diye. Mr. Church gerçekten kalbe dokunacak bir film. Eddie Murphy son zamanlarda bir çok komedyenden gördüğümüz dram denemelerinden birinden daha diğerlerinin de bir çoğunun başardığı gibi alnının akıyla çıkmayı başarmış ve harika bir performans ortaya koymuş. Diğer oyunculardan çok üstün bir performans göremesek bile hepsi kararındaydı. Filmin bir diğer can alıcı noktası da müzikleriydi. Zaten özellikle müzik değil de Jazz olarak bahsetmem filmin bu konuda ne kadar vaadkar olduğunun apaçık bir kanıtı.
Yine uzun uzun yazdım ve filmi size anlatmaya ve bakış açımı size aktarmaya çalıştım. Her zaman bu yazılara eleştiri demekten zaten kaçınıyorum ve filmden anladığım ve gördüğümü sizler için değerlendirmeye çalışıyorum. Eğer ki basitliği benim gibi çok büyük bir erdem olarak görüyorsanız bu film size de dokunabilir…